Güzellik konusu bu köşede yazdığım yazılarımda her zaman bahsettiğim bir konu. Ancak ben burada güzellikten bahsederken size kendinizi kötü hissettirmeyecek şekilde, ideal olana ulaşmak için değil, kendinizi en iyi, en mutlu hissettiğiniz hali bulmanız için tavsiyelerde bulunuyorum.
Çünkü bu ayrıma varmadan önce ben çok yorucu yollardan geçtim. Medya ve toplumun özellikle biz kadınlar üzerinde kurduğu güzellik standartları baskısı beni artık kendimi tanıyamayacağım noktaya getirmişti. Hem de bu öyle bir baskı ki, teslim olup kendinizde bu değişiklikleri yaptığınızda dahi hiçbir zaman yeterli hissedemiyorsunuz. Ne kadar güzel olursanız olun kendinizdeki bu güzelliği göremeyerek kendinizi yalnızca kusurlarınıza odaklanır halde buluyorsunuz. Tabii bu da sürekli bu “kusurlu” yerlerinizi kapatmak ve saklamaya çalışmanızla sonuçlanıyor. Bu durum o kadar sistematikleşmiş halde ki kendinizi güzellik standartlarına uygun şekilde düzenlemeniz basit bir fotoğraf uygulamasında sadece birkaç dakikanızı alıyor. Ancak bu birkaç dakikalık işlemin verdiği ruhsal zarar zannettiğimizden çok daha fazla.
Kendimizi bu standartlara uyacak şekilde modifiye ettiğimizde gerçek halimizden nefret eder oluyoruz. Gerçek olmayan bu fotoğraftaki kişi olmadığı için, ona benzemediği için kızıyoruz kendimize. Halbuki onu biz yarattık, beğendiğimiz halimizi gerçekçi olmayan efektler ve filtrelerle biz değiştirdik. Bu farkındalığa ulaşınca her ne kadar bizi o anda güzel hissettirdiğini sansak da görünmeyen tarafında bizi büyük bir yetersizlik hissine sürükleyen, kendimizden uzaklaştıran çok ağır bir yük var. Bunu fark ettiğimde güzellikten uzaklaşmayı seçtim. Öyle ki her ne kadar cilt bakımını çok sevsem, makyaj yapmaya bayılsam da, “güzellik” kelimesi bile bende toksik çağrışımlar yapar hale geldi. Kendi markamı kurarken de bu kelimeye ve bize dayatılan güzellik algısına bir başkaldırı olarak, “beauty”i “deauty” ile değiştirdim ve bu yeni kelimeyle kendi güzelliğimi kendim belirlemeye karar verdim.
Biliyorum ki birçoğumuz aynı sorunla boğuşuyoruz ve bununla başa çıkmak söylendiği kadar kolay değil. Kendimizi sevmemiz gerektiğini hepimiz çok iyi biliyoruz, ancak “nasıl?” olacağını bilmiyoruz. Zaten kimse de bunu tam anlamıyla başarabilmiş değil, çünkü bu öyle net çizgileri olan bir kavram değil. Kendini sevmek, kendini olduğun gibi kabullenmek bir süreç, ve bu sürecin içerisinde yapabileceğimiz en iyi şey sürekli olarak kendimize bir şeyler katarak ilerlemeye devam etmek. Yüzyıllardır oluşmuş güzellik kalıplarını yıkarak kendini kabul etme süreci bir gecede geçirebileceğiniz bir değişim değil. Ancak bunun farkına varıp kendinizi daha fazla dinlemeye başlamak, bu sürece başlamak için en güzel yer.
“Nasıl?” kısmına gelirsek, kendini sevme süreci herkes için farklı bir noktadan başlayabilir. Çünkü hepimiz hayata bambaşka pencerelerden bakan, farklı perspektiflere sahip, farklı duygu ve düşünceler taşıyan bireyleriz. Ancak ben kendi sürecimden bahsederek sizlere ışık olmaya çalışacağım.
Öncelikle ben çekim yasası ve olumlamalara oldukça inanan biriyim. Her günün her dakikası, vücudunuz kafanızdan geçen düşüncelere yanıt olarak fiziksel olarak değişiyor. Sadece bir şey hakkında düşünmek beyninizin sinyaller göndermesine ve nörotransmitterleri serbest bırakmasına neden olur. Bu kimyasallar, ruh haliniz ve duygularınız dâhil olmak üzere neredeyse vücudunuzun tüm işlevlerini kontrol eder. Zamanla ve tekrarlarla, nöroplastisite yoluyla, düşüncelerinizin beyninizi, hücrelerinizi ve hatta genlerinizi değiştirdiği bilimsel olarak kanıtlanmış. Bu yüzden her güne başlarken belirli olumlamaları tekrar ederek beynime olmasını istediğim şeylerin sinyallerini gönderiyorum. Olumlamalar, düşünce kalıplarınızı, davranış alışkanlıklarınızı, sağlığınızı ve ruh halinizi etkilemek için kullanılabilir. Güzellik ve öz sevgi konusunda bu şekilde olumlamaları tekrar ederek kendime ne kadar değerli olduğumu hatırlatıyorum.
Kendimi sevme sürecimde beni oldukça ileri taşıyan diğer bir alışkanlık ise cilt bakımı. Her sabah cilt bakımımı yaparken kendime ayırdığım bu süre, benim için meditasyon gibi bir zaman dilimi haline geldi. Çünkü cilt bakımı yaparken bedenimi olduğu haliyle kabul ediyor, ona vakit ayırarak, bulunduğu halini yargılamadan cildimle ilgileniyorum ve ihtiyacı olan, doğal olanı ona veriyorum. Sivilce çıkardığı için ona kızmıyorum, çünkü bunun normal olduğunu, cildimin gerçek, nefes alan, dokusu ve gözenekleri olan bir cilt olduğunu biliyorum ve yalnızca tedavi etmek amacıyla ona yaklaşıyorum. Güzel olmak için değil kendim olmak, kendi bedenimde mutlu olmak için kendime bakıyorum. Cildimdeki “kusurlarımı” beni ben yapan, özel kılan izler olarak görüyor ve onlarla gurur duyuyorum. Yara izlerim bana neler atlattığımı, yaşadığım tüm acılara nasıl göğüs gerdiğimi hatırlatıyor. Çatlaklarım şu anda bulunduğum hale gelebilmek için gösterdiğim çabayı gururla bana sunuyor. Ve toplumun kusur olarak gördüğü tüm bu izlerimle, her şeyimle, kendimle gurur duyuyorum.